Tersine Dunya-Ustun Akmen

Anasayfa

Güncel

Ekonomi

İşçi-Sendika

Politika

Bölge

Dünya

Kültür

Toplum-Yaşam

Medya

Mizah

Mektup

Spor

Dosya

Köşe Yazıları


İletişim

Bağlantılar

Arşiv



Evrensel Hayat



Metin Göktepe

Evrensel Avrupa

Genç Hayat















Nisan 2007
Pts Sa Ça Pe Cu Cts Pa

01



02


03

04 05 06 07 08
09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22
23 24 25 26 27 28 29
30






03/04/2007
GÖZLEMEVİ
Üstün Akmen-uakmen@superonline.com
Kadınlarına bıyıklarını süpürge etmiş erkeklerin oyunu: Tersine Dünya
Yüzyıllar önce, ilkel komünal topluluklarda zenginlik de fakirlik de ortakmış. O dönemde her şey ama her şey, kabilenin devamı için yapılırmış. Dolayısıyla birilerini sömürmeye ya da başkalarının emeği üzerinden geçinmeye gerek yokmuş. Sonracığıma, insanlık tarihindeki ilk büyük devrim, yani tarım devrimi olmuş. Ve ilk kez, çalışanların geçinmeleri için gerekli olanın kat be kat üstünde "artı ürün" ortaya çıkmış. Bu artı ürün, zamanla birilerinin elinde toplanmaya başlamaz mı? Başlamış. İşte bu başlangıç, sınıflı toplumların taşlarını döşemeye de önayaklık etmiş. Hani kitaplar, avcılıkta bir kabile vahşi hayvanla savaşırken kabilenin gereksinimi önemsenirmiş derler… Yoook, tarım daha bireysel yapılabiliyormuş. Burada kabile değil, sadece o sınırlı topluluk olurmuş. Ve daha çok çalışılıp çok, daha çok çalışılıp daha çok kazanılır olunmuş.

Kadınların yenilgisi
Tarım ile birlikte hayvanların saban sürmede kullanılması da dahil, erkeklerin kıllı kollarının gücü öne çıkmış. Kadınlar ise bu ürünleri işlemek üzere eve gönderilmişler. Fakat bu, o dönem için doğal bir iş bölümüyken sınıflı toplumlarda, bir cinsin diğer cins üzerindeki üstünlüğü sağlanmış. Soy ve miras, kadınlar üzerinden belirlenirken erkekler üzerinden belirlenir olmuş. Kadınlar toplumsal üretimde doğrudan yer alamamaya başlamışlar. Bu da kadınların tarihsel yenilgisine yol açmış.

Orhan Kemal yaratıcılığı
Orhan Kemal (15 Eylül 1914-2 Haziran 1970) Ustamız 1986 yılında yazdığı "Tersine Dünya" romanında, insanların bu rollerini ters yüz etmiş. Ancak salt gülmece amaçlamamış Usta. Emeğiyle geçinen yoksul insanların sıkıntılarını, özlemlerini, tutkularını; sözün kısası, "Orhan Kemal'in insanları"nı eşsiz yaratıcılığıyla ve de değişik bir anlatım biçimiyle sergilenmiş. Mustafa Gültekin de almış, Orhan Kemal'in karakterlerinin köklü ve yerli oluşunu gözden uzak tutmadan; Orhan Kemal gerçekçiliğini, anlatımını ve didaktik öğelerini asla savsaklamadan tiyatroya uyarlamış. Bakırköy Belediye Tiyatroları da tutmuş, Turgay Kantürk yönetiminde sahneliyor. Yanılıyorsam lütfen bağışlayın ama daha önce tiyatro için böyle bir uyarlamanın yapıldığını anımsamıyorum. Ersin Pertan 1994 yılında film yapmıştı, biliyorum. Kulağınıza fısıldayayım, pek berbattı.

Eserin konusu
Bitirim Leyla'nın, gecenin zifiri karanlığında mahalleye naralar atarak dalmasıyla başlıyor oyun. Evlerde karılarını sabırla bekleyen, bıyıklarını süpürge etmiş, ömürlerini kadınlarına adamış; çamaşır, bulaşık, yemek üçgeninde ömrünü törpüleyen erkekler var. Olur mu, demeyin. Olmaz olmaz! Olur olur!..
Hele eser Orhan Kemal'in ise her şey olur. Erkek egemen dünyanın figürleri bu kez kadınlar. Üçkağıtçılık yaparak kocası Süleyman'ın (Levent Tülek) ve oğlu Cemal'in (Alican Yücesoy) geçimini sağlayan Bitirim Leyla (Gül Onat) oyunun eksenini oluşturmakta. Süleyman, Leyla'nın dayağına, şiddetine maruz kalsa da sevgisinden gram eksiltmeyen, saf, namuslu bir ev erkeği. Mahallenin sempatik kabadayısı Sarı Leman (Nurhayat Atasoy) ve bir tekstil fabrikasının muhasebecisi Hayriye'ye (Didem Germen Aydın) kapılanmış, ev işlerinde mahir, Doğu kökenli Palabıyık Hasan (Mert Asutay) eserin önde gelen karakterleri… Bitirim Leyla'nın bir mahalle kargaşasının ardından hapse düşmesiyle her şey değişiyor. Yoklukla, yoksullukla, olanaksızlıklarla cebelleşen ama fevkalade saf bir hayat süren "eski" gidiyor, yerine kısa süreçte en kısa yoldan para kazanıp sınıf atlama telaşında, her türlü yanlışı kabullenen "yeni" geliyor. Bitirim Leyla da "yeni"ye uyacaktır çaresiz. Bu yeni zaman tiplerinin bir gece eğlencesinde olanlar olur, gecede silahlar konuşur.

Turgay Kantürk'ün rejisi
Turgay Kantürk, kenar mahallede gözlenen toplumsal hareketliliği gülmece diliyle eleştiren oyunu, müthiş bir dinamizm ve hiç aksamayan bir ritimle sahneye taşımış. Farklı kültürlerden gelen karakterleri kenar mahallede buluşturan Orhan Kemal'in bu karakterlerinin hayata bakışını da tiyatro diline aktarmayı başarmış. Oyunu, sadece kadın ve erkek rollerinin değiştirilmesi olarak sığ bakmamış. Yabancılaştırma efektinin gerisindeki fevkalade ciddi sorunu seyirciye aktarmış. Erkek egemen dünyada kadına verilen rolün tragedyasını amaçlayan Orhan Kemal'in ereğine, ibret verici güldürü öğeleriyle hizmet etmiş. Sıkıcı "black-out"lar yerine araları müzikle, dansla doldurarak tablo değiştirmiş. Müziği, oyuncuların girmek zorunda oldukları mekanda ama müziğin kendi eylem alanında kurmuş. Davuldan, açılıp kapanan makaslardan, birbirine vurulan sopalardan sözü, sözlerden jesti yakalamış. Koreograf Pınar Ataer'in de katkısıyla gerçekten dört dörtlük bir reji elde etmiş. Ama keşke oyunun bir yerlerinden hiç değilse yarım saatini kesseymiş…

Yaratıcı kadronun diğerleri
Turgay Kantürk-Emrah Eren imzalı şarkı sözleri gayet başarılı. Prosodi bozukluğu yok. Murat İpek'in ışık tasarımını oyun açılışı için eleştireceğim. Oyun açıldığında, Ayçın Tar'ın kestirmeden çözüm ürettiği dekoru bir anlamda bozuyor. Tam ışıklandırma yaptığından olsa gerek, seyirci mekanı anlayamıyor. Sarı Leyla'nın girdiği yer mahallenin meydancığımıdır, yoksa bir hapishane koğuşu mu? Hele polisler de ranzaların arasından girince… Oysa, sadece ortaya soffitto'dan ışık verse, bence meseleyi çözecek. İki yandan kullandığı mavi (kobalt) ışığa, tablo değişimlerinde oyuncuların geç girmesi ise elbette