Aymazoglu ve Kundakcilar-Robert Schild

Aymazoğlu ile Kundakçılar
Robert Schild, Şalom, 7 Aralık 2005
İlginç bir rastlantıdır - lise yıllarımda beni en çok etkilemiş olan oyunlardan Bay Biedermann ve Kundakçılarâ€?in değişik birer uyarlaması, aynı anda iki ayrı İstanbul sahnesinde: Semaver Kumpanya`da Ayşenil Şamlıoğlu`nun yönetiminde geçtiğimiz baharda gösterime girmiş, Yavuz Pekman`ın kaleminden Süleyman ve Öbürsülerâ€? ile Dostlar Tiyatrosu`nun yeni oyunu, Genco Erkal`ın uyarladığı ve yönettiği Aymazoğlu ile Kundakçılarâ€?.
Ver bi kibrit...�
Yahudi düşmanlığını etkin biçimde eleştiren Andorraâ€? oyunu ile de bildiğimiz, kanımca kesinlikle hak ettiği Nobel ödülünü alamadan 1992`de ölen İsviçreli Max Frisch`in kara güldürü ile uyumsuz oyun arasında gidip gelen Kundakçılarâ€?ı önce 1953`de radyo skeçi olarak yayımlanmıştı; beş yıl sonraki Zürich ilkgösteriminin ardından ise dünya tiyatrolarında sık sık sahnelenmekte. Yazarı tarafınca ders vermeyen bir öğretiâ€? olarak tanımlanan oyun, başta Alman halkı olmak üzere Avrupa kentsoylularının yaklaşan Nazi tehlikesi karşısındaki aymazlığını konu ediniyor. Ancak oyunu irdeleyenler, sadece Nazi çekincesi mi?â€? derken, bu uyarıyı başka başka ortamlara da taşımışlardır - örneğin 1960`ların durmayan nükleer silahlanması, veya Almanya`daki dazlaklarâ€?ın çoğalmasına (Berliner Ensemble uyarlaması), veya - Köln`de sahnelenmiş çok daha çağdaş bir yorumda olduğu gibi - Biedermann`ın Bush, Güreşçi/Kundakçı Schmitz`in Usame Bin Ladin olarak gösterilmesine...
Kimdir bu Biedermann? Biedermannâ€? terimi, Alman halk dilinde sıradan vatandaşâ€?ı simgeler; biederâ€? sıfatı ise bir yandan dürüstâ€?, beri yandan kurallara uyan (konformist)â€? anlamındadır; bu arada, Genco Erkal`ın aymazâ€? tanımını da kabul edebiliriz...! İşte, başından sonuna dek meselâ€? olduğu yadsıyamayan oyunumuzdaki Aymazoğlu, evinde gazetesini okuyup purosunu tüttürürken, kapıda eski güreşçi, şimdi işsiz, çember sakallı, elinde uzun tesbihli Tosun belirir. Kentsoylu/faşizan görüşlü sanayici Aymazoğlu, yaşadığı kentte evsiz olduklarını söyleyeyip bazı ailelere sığınan kimselerin o evleri kundakladıklarını biliyorsa (ve daha bir önceki akşam içki masasında bu adamları ipe çekeceksin!â€? diye haykırmışsa) da, Tosun`un tatlı dili karşısında basireti bağlanır ve onu evine alır. Bir gün sonra ise, Tosun`a bir arkadaşı daha katılacaktır - hapisten yeni çıkmış, kundaklanarak birçok kişiye mezar olmuş Madımak Oteli`nin eski şef garsonu Demir! Derken, evinin tavan arasında bidonlar keşfeder Aymazoğlu, benzin kokusu alır ve konukları ile sohbet ederken, neredeyse farkına varmadan fitil ile fünye kalitelerini tartışmaya başlar... Artık onların kundakçı olabilecekleri hakkındaki kuşkuları artmıştır - ancak, gene de onlara iyi davrandığında, dahası: dost olduğunda, evini kurtarabileceğini varsayar ve kundakçıları akşam yemeğine davet eder. Eşine özenle pişirttiği hindinin afiyetle midelere indirildiği ve bol içkinin tüketildiği bu aile yemeğiâ€?nin sonunda ise, yeni dostlarının kundakçı olduklarına inanmadığını kanıtlamak için, onlara uzattığı kendi kibritleri ile ateşe verilecek olan Aymazoğlu`nun evi, tüm kentin kül olmasına yol açacaktır...
Tiyatro kuramcısı Martin Esslin, Absürd Tiyatroâ€? başlıklı kitabında Frisch`in bu oyununu da uyumsuz tiyatroâ€? akımına dahil ediyor - ve özellikle oyunun yemek sahnesi, bu tanımlama ile ne derece haklı olduğunu gösterir. Öte yandan, 1961 yılında kaleme alınmış bu incelemesinde Esslin, Kundakçıların ikisi ... yalnızca yok etmek ve yanan şeyleri görmekten aldıkları zevk için bunu yapmaktadırlarâ€? derken, kanımca oldukça saf bir yorum getiriyor: Ne Naziler, ne de daha sonra gelmiş kötüâ€?ler sadece bu amaçla hareket etmişlerdir - gerçekten de, Erkal`ın yorumunda hiç görünmeyen, özgün oyunda da oldukça soluk kalan üçüncü (aydın bir kişiliği simgeleyen) kundakçı, ayrıntılarını öğrenemediğimiz soyut bir nedenle bu eyleme katılmıştır; ne var ki, son anda vazgeçip dostlarını ihbar eder (Erkal`ın yorumunda, bunu nedense bir öğretim görevlisiâ€? yapıyor?!), ancak o sıralarda başlamakta olan yangın gürültülerinde bu uyarıya hiç kimse kulak ver(e)mez artık... Nazi Almanyası`nda öyle olmamış mıydı - veya bugün...?
Â
Affferin, Bay B.!�
Kendi kanımca oyunun en belirgin deyişlerinden biri (anımsadığım kadarıyla) bir şeyi gizlemek için en iyi üçüncü yöntem, onu şakaya vurmaktır; ikincisi, duygusallık; en iyisi ise, çıplak gerçektir - zira buna kimse inanmaz...!â€? İşte, ağaçlardan orman görünmüyorâ€? olarak bildiğimiz Ortaçağ söylemini değişik biçimde çağdaş sahnelere uygulayan Frisch`in bu sarsıcı iletisini başarıyla devralmış bulunan Genco Erkal, şu ana dek izlediklerimin arasında sezonun en iyi yapımını sunuyor, kentimiz tiyatroseverlerine. Fay Hattıâ€? veya Buluşmaâ€? gibi kendi türlerinde başarılı örneklerden sonra, izleyiciyi bir yandan görsel olarak doyurmanın yanısıra, nihayet derinden sarsan ve uyaran bir oyun! Sahnedeki devinimler arasındaki geçişleri sağlarken, devreye girmeye her daim hazır olan, ancak gene de hiç bir işe yaramadığı anlaşılan üç kişilik İtfaiyeciler Korosu`nun oyuna kattığı mizah öğesini azımsamamak gerek - zira izlediklerimiz, olduça ciddidir... Aymazoğlu olarak her zamanki üstün oyunculuğunu sergileyen Erkal`ın yanına, sinirli/telaşlı eşi olarak bu kez başka bir sahne ustası gelmiş - Sezuan`ın İyi İnsanıâ€?nda ayakta alkışladığımız Sucu Wang rolündeki Meral Çetinkaya. Hizmetçi rolündeki genç Tilbe Salim, belki biraz abartılmış mimiklerinin dışında, Koro`yu da üstlenmiş Metin Coşkun (Kundakçı Demir) ve diğer bazı küçük rollerde görünen Beyti Engin ile birlikte sahneyi iyi biçimde dolduruyorlar - ancak oyunun yıldızı, üçüncü Koro üyesi olmasının yanısıra, Tosun`u büyük bir başarı ile canlandıran Erdem Akakçe`dir, kuşkusuz. Bu köşeyi izleyenler bilir, Dostlar Tiyatrosu`nun irdelediğim son 4-5 yap