Aşk ve Anlayış Robert Schild 2005/2006 sezonunun tiyatro olayıâ€? dot`dur, hiç kuşkusuz... Bu yenilikçive üretken topluluğun ilk yapımı olan Frozen/Donmuşâ€?un hemen ardından, Beyoğlu Mısır Apartmanı 4.katındaki ilginç sahne düzenini 180 derece çevirerek sergilemeye başladığı ikinci oyunuyla, tiyatroseverlerine gene değişik tadlar sunuluyor. Leenane`in Güzellik Kraliçesiâ€? oyunuyla İstanbul Devlet Tiyatroları`nın başlattığı, Kenterler`de süren ve bu yıl dot`un da devraldığı in-yer-faceâ€? türü tiyatro, bu sahneye çok yakıştı! Nedeni ise, izleyicilerin oyuncular ile neredeyse dirsek teması kurabilecek düzeyde oturmaları ve böylece, her yönüyle kışkırtıcı (agresif/provokatif) olmaya özenen bu yeni akımın ana amacına uygun bir konumda bulunmaları: izleyiciyi, oyuncu ile özdeşleştirmek, tepkilerini kurcalamak ve onu eyleme yöneltmek, sahnede olup bitenlere el atmaya kalkışacak derecede etkilenmek... 1950`lerin İngiltere sahne yaşamında J.Osborne ve A.Wesker gibi öfkeli genç adamlarâ€?ın başlattığı devrimci angry young menâ€? tiyatro ekolü gibi, kırk yıl sonra gene aynı ülkede doğmuş in-yer-faceâ€? akımı, Türk tiyatroseverlerini de sarsmaya, ancak büyük beğeni de kazanmaya başlamıştır. Kısaca (izleyicinin) suratınaâ€? olarak çevirebileceğimiz bu oldukça sert tiyatro türünde, tüm alışılagelmiş tabular yıkılıyor: Oyuncular izleyicilerin önünde soyunup aşk yapıyorlar, gerektiğinde mastürbasyona kalkışıyor, tükürüyor ve kusuyorlar; sahnede kaba ve küfürbaz bir dilin kullanılmasından öte, her çeşit şiddet sergileniyor ve bu yoldan içinde bulunduğumuz toplumsal/ekonomik/siyasal ortam (çağdaş toplumbilimin tanımlamasıyla zeitgeistâ€?) bir yandan tüm çıplaklığı ile dışa vurulurken, öte yandan en yeğin biçimde eleştiriliyor. Â İşte, Ünsal Coşar`ın çevirisiyle, genç İngiliz yazar Joe Penhall`ın 1997`de kaleme aldığı Love and Understandingâ€? oyununda tüm etik değerlerin tepetaklak olduğunu, arkadaşlığın sömürüldüğünü ve aşkın ayaklar altına alındığını görüyoruz, dot`un sahnesinde... Birlikte yaşamakta olan genç doktorlar Neil ve Rachel, yoğun işleri nedeniyle çağdaş kent yaşamına ayak uydurmak bir yana, aralarında pek görüşemiyor, dolayısyla toplumsal ve aşk yaşamlarını da bir türlü düzene sokamıyorlar. Bu sağlıksız ortamdan özellikle Neil çok etkilenmiştir ve içinde bulunduğu ruhsal bunalımını, onu ziyarete gelen çocukluk arkadaşı Ritchie`ye açar. O ise, anksiyeteler içinde boğulmuş Neil`in tam tersidir; kural dışı yaşamı, aşırı içki ve bir süre evine yerleştiği doktor arkadaşının nefret ettiği sigara ile uyuşturucu kullanımından öte, yapısı da bozuktur - o derece ki, çok geçmeden kendisi de çeşitli sıkıntılar içinde bulunan Rachel`i baştan çıkarmaktan geri kalmaz. İlk bakışta klişeleşmiş bir üçlü aşk ilişkisiâ€? gibi görünen bu öyküyü Joe Penhall, basit bir iyi-kötü çatışmasından çok ötelere götürüyor: Sorunlar, genç çiftten ziyade Ritchie`de odaklanmaktadır; tüm çığırtkanlığı/saldırganlığı ile aslında terkedilmişlik ve mutsuzluğunu örtmeye çalışan, bir insanda bulunabilecek tüm kötü özellikleri kendisinde birleştiren bu genç adam, başta Rachel/Neil`in ilişkilerinin kilidini kıran bir maymuncuk, ardından ise açan bir anahtar gibidir... Gelişmeler doruk noktasına ulaştıktan sonra her ikisi de hayata daha gerçekçi biçimde bakmayı öğreniyorlar; Neil sigara içmeye başlamışsa da, depresif durumu ortadan kalkmıştır, Rachel ise ona değişik bir yaklaşım göstermeye başlıyor - ve yeniden bir arada yaşamayı deniyorlar; bana nedense yılan ile karşılaşmalarının ardından gözleri açılan Adem ve Havva`yı anımsatarak...  Oyunun odağını oluşturan Ritchie için yönetmen Murat Daltaban çok yerinde bir seçim yapmış: Bildiğim kadarıyla Ankara DT`ndan gelme ve İstanbul tiyatroseverlerinin pek tanımadığı Erdal Beşikçioğlu, gerçekten de sahnedeki tüm oluşumların gerilimini başarıyla göğüslüyor - oyunun başında birden ortaya çıkmasından, sonunda gene uzaklara gitmesine dek; gerek dışa vurduğu cinselliği, gerekse yeri gelmişken içinden fışkırttığı yılan zehiriyleâ€?... İstanbul DT`ndaki diğer bir in-yer-faceâ€? örneği olan Kırâ€?dan anımsadığımız Almıla Uluer, bayağılıktan çoook uzaklarda öne çıkardığı karşıt cinselliğininin yanısıra, umut vaadeden bir oyuncu olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Frozen/Donmuşâ€?da çıkarmış olduğu katil yorumuyla kanımca yılın en başarılı oyuncuları arasına şimdiden yerleşmiş olan Murat Daltaban, kuşkusuz ki Neil olarak daha gölgede kalacaktı; ancak oyunun sonundaki değişimiâ€? çok yerinde ve düzeyli biçimde sergilemesini de bilmiştir. Aşk ve Anlayışâ€?ın yöneticisi olarak Murat Daltaban, dot`un kısıtlı mekânını çok iyi kullanıyor - dahası, sağda St. Antoine Kilisesi çan kulesini de görünteleyen üç büyük pencerenin storlarını oyun ilerledikçe peyderpey açtırmasıyla, olağanüstü bir Beyoğlu perspektifiyle zenginleştiriyor sahne devinimlerini... Bu çerçevenin içinde Daltaban`ın bir cam masa, üç iskemle ve camdan iki ilaç dolabı gibi minimailst ancak son derece işlevsel olan dekoru ile onu sahne değişimlerine uygulayan teknik ekibe de büyük bir alkış! Işık - ve gerektiğinde gölge - tasarımını büyük bir ustalıkla kotarmış Kemal Yiğitcan`ın, ayrıca sürükleyici bir kemanın öne çıktığı özgün müziği ile Tolga Çebi`nin oyunun sunumunda çok büyük katkıları olduğunu belirtmek isterim. dot`un ilk oyununu Şalomâ€? Gazetesi`nde irdelerken, işte, usta tiyatro budurâ€? diye yazmıştım - İki açıdan usta tiyatro, bence - ilki, yazarın oyunu kurgulaması; ikincisi ise, bu patolojikâ€? irdelemeye yaşam nefesini veren yönetmene uyan üç oyuncunun devinimleri sayesinde... Benzer bir yorum ikinci oyunları için de kullanılabilir, Donmuşâ€?un metin kurgusu daha çarpıcı olmakla birlikte, her iki oyunda yetkin bir yönetim ve başa güreşen birer oyuncu göze çarpıyor; mekân kullanımı, dekor, ışık ve müzik ise Aşk ve Anlayışâ€?ta çok daha belirgin. Ne var ki, her ikisi de kesinlikle
Ask ve Anlayis-Robert Schild
Aşk ve Anlayış
Robert Schild
2005/2006 sezonunun tiyatro olayıâ€? dot`dur, hiç kuşkusuz... Bu yenilikçive üretken topluluğun ilk yapımı olan Frozen/Donmuşâ€?un hemen ardından, Beyoğlu Mısır Apartmanı 4.katındaki ilginç sahne düzenini 180 derece çevirerek sergilemeye başladığı ikinci oyunuyla, tiyatroseverlerine gene değişik tadlar sunuluyor.
Leenane`in Güzellik Kraliçesiâ€? oyunuyla İstanbul Devlet Tiyatroları`nın başlattığı, Kenterler`de süren ve bu yıl dot`un da devraldığı in-yer-faceâ€? türü tiyatro, bu sahneye çok yakıştı! Nedeni ise, izleyicilerin oyuncular ile neredeyse dirsek teması kurabilecek düzeyde oturmaları ve böylece, her yönüyle kışkırtıcı (agresif/provokatif) olmaya özenen bu yeni akımın ana amacına uygun bir konumda bulunmaları: izleyiciyi, oyuncu ile özdeşleştirmek, tepkilerini kurcalamak ve onu eyleme yöneltmek, sahnede olup bitenlere el atmaya kalkışacak derecede etkilenmek...
1950`lerin İngiltere sahne yaşamında J.Osborne ve A.Wesker gibi öfkeli genç adamlarâ€?ın başlattığı devrimci angry young menâ€? tiyatro ekolü gibi, kırk yıl sonra gene aynı ülkede doğmuş in-yer-faceâ€? akımı, Türk tiyatroseverlerini de sarsmaya, ancak büyük beğeni de kazanmaya başlamıştır. Kısaca (izleyicinin) suratınaâ€? olarak çevirebileceğimiz bu oldukça sert tiyatro türünde, tüm alışılagelmiş tabular yıkılıyor: Oyuncular izleyicilerin önünde soyunup aşk yapıyorlar, gerektiğinde mastürbasyona kalkışıyor, tükürüyor ve kusuyorlar; sahnede kaba ve küfürbaz bir dilin kullanılmasından öte, her çeşit şiddet sergileniyor ve bu yoldan içinde bulunduğumuz toplumsal/ekonomik/siyasal ortam (çağdaş toplumbilimin tanımlamasıyla zeitgeistâ€?) bir yandan tüm çıplaklığı ile dışa vurulurken, öte yandan en yeğin biçimde eleştiriliyor. Â
İşte, Ünsal Coşar`ın çevirisiyle, genç İngiliz yazar Joe Penhall`ın 1997`de kaleme aldığı Love and Understandingâ€? oyununda tüm etik değerlerin tepetaklak olduğunu, arkadaşlığın sömürüldüğünü ve aşkın ayaklar altına alındığını görüyoruz, dot`un sahnesinde... Birlikte yaşamakta olan genç doktorlar Neil ve Rachel, yoğun işleri nedeniyle çağdaş kent yaşamına ayak uydurmak bir yana, aralarında pek görüşemiyor, dolayısyla toplumsal ve aşk yaşamlarını da bir türlü düzene sokamıyorlar. Bu sağlıksız ortamdan özellikle Neil çok etkilenmiştir ve içinde bulunduğu ruhsal bunalımını, onu ziyarete gelen çocukluk arkadaşı Ritchie`ye açar. O ise, anksiyeteler içinde boğulmuş Neil`in tam tersidir; kural dışı yaşamı, aşırı içki ve bir süre evine yerleştiği doktor arkadaşının nefret ettiği sigara ile uyuşturucu kullanımından öte, yapısı da bozuktur - o derece ki, çok geçmeden kendisi de çeşitli sıkıntılar içinde bulunan Rachel`i baştan çıkarmaktan geri kalmaz.
İlk bakışta klişeleşmiş bir üçlü aşk ilişkisiâ€? gibi görünen bu öyküyü Joe Penhall, basit bir iyi-kötü çatışmasından çok ötelere götürüyor: Sorunlar, genç çiftten ziyade Ritchie`de odaklanmaktadır; tüm çığırtkanlığı/saldırganlığı ile aslında terkedilmişlik ve mutsuzluğunu örtmeye çalışan, bir insanda bulunabilecek tüm kötü özellikleri kendisinde birleştiren bu genç adam, başta Rachel/Neil`in ilişkilerinin kilidini kıran bir maymuncuk, ardından ise açan bir anahtar gibidir... Gelişmeler doruk noktasına ulaştıktan sonra her ikisi de hayata daha gerçekçi biçimde bakmayı öğreniyorlar; Neil sigara içmeye başlamışsa da, depresif durumu ortadan kalkmıştır, Rachel ise ona değişik bir yaklaşım göstermeye başlıyor - ve yeniden bir arada yaşamayı deniyorlar; bana nedense yılan ile karşılaşmalarının ardından gözleri açılan Adem ve Havva`yı anımsatarak... Â
Oyunun odağını oluşturan Ritchie için yönetmen Murat Daltaban çok yerinde bir seçim yapmış: Bildiğim kadarıyla Ankara DT`ndan gelme ve İstanbul tiyatroseverlerinin pek tanımadığı Erdal Beşikçioğlu, gerçekten de sahnedeki tüm oluşumların gerilimini başarıyla göğüslüyor - oyunun başında birden ortaya çıkmasından, sonunda gene uzaklara gitmesine dek; gerek dışa vurduğu cinselliği, gerekse yeri gelmişken içinden fışkırttığı yılan zehiriyleâ€?... İstanbul DT`ndaki diğer bir in-yer-faceâ€? örneği olan Kırâ€?dan anımsadığımız Almıla Uluer, bayağılıktan çoook uzaklarda öne çıkardığı karşıt cinselliğininin yanısıra, umut vaadeden bir oyuncu olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Frozen/Donmuşâ€?da çıkarmış olduğu katil yorumuyla kanımca yılın en başarılı oyuncuları arasına şimdiden yerleşmiş olan Murat Daltaban, kuşkusuz ki Neil olarak daha gölgede kalacaktı; ancak oyunun sonundaki değişimiâ€? çok yerinde ve düzeyli biçimde sergilemesini de bilmiştir.
Aşk ve Anlayışâ€?ın yöneticisi olarak Murat Daltaban, dot`un kısıtlı mekânını çok iyi kullanıyor - dahası, sağda St. Antoine Kilisesi çan kulesini de görünteleyen üç büyük pencerenin storlarını oyun ilerledikçe peyderpey açtırmasıyla, olağanüstü bir Beyoğlu perspektifiyle zenginleştiriyor sahne devinimlerini... Bu çerçevenin içinde Daltaban`ın bir cam masa, üç iskemle ve camdan iki ilaç dolabı gibi minimailst ancak son derece işlevsel olan dekoru ile onu sahne değişimlerine uygulayan teknik ekibe de büyük bir alkış! Işık - ve gerektiğinde gölge - tasarımını büyük bir ustalıkla kotarmış Kemal Yiğitcan`ın, ayrıca sürükleyici bir kemanın öne çıktığı özgün müziği ile Tolga Çebi`nin oyunun sunumunda çok büyük katkıları olduğunu belirtmek isterim.
dot`un ilk oyununu Şalomâ€? Gazetesi`nde irdelerken, işte, usta tiyatro budurâ€? diye yazmıştım - İki açıdan usta tiyatro, bence - ilki, yazarın oyunu kurgulaması; ikincisi ise, bu patolojikâ€? irdelemeye yaşam nefesini veren yönetmene uyan üç oyuncunun devinimleri sayesinde... Benzer bir yorum ikinci oyunları için de kullanılabilir, Donmuşâ€?un metin kurgusu daha çarpıcı olmakla birlikte, her iki oyunda yetkin bir yönetim ve başa güreşen birer oyuncu göze çarpıyor; mekân kullanımı, dekor, ışık ve müzik ise Aşk ve Anlayışâ€?ta çok daha belirgin. Ne var ki, her ikisi de kesinlikle